BİROL GÜNGÖRDÜ / ÇANAKKALE – TEKHA
Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde yer alan ve insanlık tarihinin en erken yerleşim alanlarından biri olarak kabul edilen Çayönü Tepesi’nde yürütülen kazı çalışmalarında, yaklaşık 5 bin yıl öncesine ait bir depremin izleri gün yüzüne çıkarıldı.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Uygulamalı Bilimler Fakültesi Müzecilik Bölümü Öğretim Üyesi ve Çayönü Tepesi Kazı Başkanı Doç. Dr. Savaş Sarıaltun koordinasyonunda sürdürülen kazılarda, MÖ 2850’lere tarihlenen bir yapının kerpiç bloklarla örülmüş duvarlarının deprem etkisiyle yıkıldığı belirlendi.

Doç. Dr. Sarıaltun, geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen jeolojik incelemelerde jeolog ekiplerle birlikte bölgedeki fay hatlarının analiz edildiğini belirterek şu bilgileri paylaştı:
“Çayönü’nün yakın çevresinde aktif bir fay hattı bulunmamakla birlikte, kuzeydeki Elazığ–Sivrice bölgesindeki sismik hareketliliğin dolaylı etkileriyle yapının zarar görmüş olabileceğini düşünüyoruz. Bu durum, bölgedeki tarihöncesi yerleşimlerin doğa olaylarıyla nasıl etkileşime girdiğini anlamamız açısından son derece önemli.”

Kazı ekibi, yapının kültür dolgularında döneme ait çanak-çömlekler, tam kap örnekleri ve çeşitli arkeolojik buluntular tespit etti. Bu buluntular, MÖ 3. binyıl başlarına ait kronolojik verilerin doğrulanmasına ve yerleşimin İlk Tunç Çağı II Dönemi kültürel sürecinin daha iyi anlaşılmasına önemli katkı sağladı.

Elde edilen bulguların yalnızca Çayönü için değil, aynı zamanda Diyarbakır ve Yukarı Dicle Havzası’nın erken dönem doğa olayları tarihine de ışık tuttuğunu belirten Doç. Dr. Sarıaltun şunları ekledi:
“Tıpkı Diyarbakır İli Bismil İlçesi yakınlarındaki Salat Tepe’de MÖ 2300’lerden başlayan ve aralıklarla MÖ 1600’lere kadar devam eden çok katmanlı deprem izleri gibi, Çayönü’nde de MÖ 2850 civarında yaşanan bir sismik hareketliliğin arkeolojik kalıntılarını belgeledik. Böylece bölgenin jeolojik ve arkeolojik hafızasına yeni bir sayfa daha eklemiş olduk.”

ÇOMÜ araştırmacılarının yürüttüğü bu çalışma, Türkiye’nin arkeolojik mirasının korunması ve doğal afetlerin tarihsel izlerinin belgelenmesi açısından büyük önem taşıyor.

